Pages

Subscribe:

26 Haziran 2012 Salı

Euro 2012'nin En Yakışıklı 11'i




Euro 2012, 90'lı yıllardan bu yana izlediğim en sıkıcı futbol turnuvası. Oynanan futbol seyir açısından zevkli değil, milli takım şampiyonada yok, Ömer Üründül'ün yorumculuğu, cehennem sıcakları, tribünlerdeki slav güzelleri, Berke'nin Cansu'dan ayrılmaması ve en önemlisi yakışıklı futbolcuların azlığı... 

Rus hatunların akın akın memleketimize gelmelerinin nedenini  anlamamızı sağlayan Rus futbolcuları, qarizma erkek berberinin sponsor olduğu Portekiz futbolcularını bir nebze anlasak da yıllar yılı "Türk erkekleri gitsin İtalyan erkekleri gelsin" diye diye yandığımız İtalyan futbolcuların da güvendiğimiz dağlara kar yağdırması olacak iş değildi, kadınlara yapılan büyük bir haksızlıktı.

Peki Euro 2012'de sahalardaki en yakışıklı isimler kimlermiş bir bakalım;

Slaven Bilic (Hırvatistan-Teknik Direktör)

İker Casillas (İspanya-Kaleci)















Holger Badstuber (Almanya/Sol Bek)












Gerad Pique (İspanya/Defans-Stoper)












Leonardo Bonucci (İtalya/Defans-Stoper)













Mathieu Debuchy (Fransa/Sağ Bek-Orta Saha)












Xabi Alonso (İspanya/Orta Saha-Ön Libero)












Steven Gerrard (İngiltere/Orta Saha)













Wesley Sneijder (Hollanda/Orta Saha)













Aleksandr Kerzhakov (Rusya/Forvet)













Andy Carroll (İngiltere/Forvet)













Robin Van Persie (Hollanda/Forvet)












Not: Tamamen subjektif bir listedir.

www.twitter.com/leylagibi

12 Mayıs 2012 Cumartesi

Galatasaray vs ?

Mehmet Ali Aydınlar höt dese Taksim'de yürüyüş yapan topluluğun Süper Final saçmalığını böyle sorgusuz sualsiz kabullenmesinin tek sebebi, bunun kendilerini yarışta tutabilmek için getirilen bir sistem olduğunu bilmeleridir. Galatasaray kulübü sadece ligde öne geçtiği zaman değil, ortaya atıldığından beri bu sisteme karşı çıkmıştır. En baştan belliydi ağlamayın diyenler de bunun farkındalar.

Mehmet Ali Aydınlar federasyonunu hükümetin kuklası ilan edip Yıldırım Demirören'i çılgınca desteklemeleri ve bu yeni federasyonu hükümetten bağımsız gökten zembille inmiş gibi göstermeleri kendilerini kurtarma çabasından başka bir şey değildir. İbrahim Akın'a müsabaka sonucunu değiştirmekten ceza veren ama parayı veren kulübe şike cezası veremeyen bir federasyonu tabiki destekleyeceklerdi. CAS davasını çekmenin, 58. madde konusundaki salvolarının bir karşılığı olmalıydı.

Kaldı ki önceki federasyon karar versin dediğimiz zaman mahkeme sonuçları beklensin diye ağlayan güruh, yeni federasyonun 1 ayda karar alıp kendilerini temize çıkarmasından zerre rahatsız görünmüyor. Omurga bugünlerde lazım oluyor işte.

Neticede ortadaki tek mağdur şike mevzuları ortaya çıktığından beri duruşunu bozmayıp ligin en güzel futbolunu oynayan; ama zaten kazandığı şampiyonluğu futbolda ahlak ve adalet olsa şu anda ikinci ligde olacak bir takımla maç yaparak tekrar kazanması istenen Galatasaray'dır.

Bu ligin gerçek kazananı hükümetin ve onun oluşturduğu federasyon ve onun kolladığı kulüplerin çıkarlarından ve maç sonuçlarından bağımsız olarak GALATASARAY'dır.

Yürüyedur.

12 Nisan 2012 Perşembe

Semih, Stoch, Türkiye Kupası ve komiklikler

“28 yaşına geldi ama hâlâ Genç Semih diyorlar.” Türkiye’deki espri anlayaşının doruk noktası olan bu cümleyle yazıya başlamak istedim çünkü Genç Semih yine sonradan oyuna girdi ve bir şeyler için çabaladı Kayserispor ile yaptığımız Türkiye Kupası mücadelesinde. Peki bu adama gerçekten yeteri kadar şans verilmedi mi bugüne kadar? Verildi abi. Cidden verildi ama değerlendiremedi. İlk 11’de başladığı maç sayısı az değil ama ilk 11’de başladığı maçlarda da performansı pek iç açıcı değil. Ha saçma sapan futbolculara ona verilen şansın 10 katı verildi onlar da değerlendiremedi fakat burası Türkiye ve sen Türksün Semih, kusura bakma artık.


Türkiye Kupası demişken aklıma geldi. Türkiye’de Türkiye Kupası çoktan özünü kaybetti aslında. Herhangi bir takım alsa, Türkiye Kupası’nı aldım diye sevinmiyor da sanki Fenerbahçe’nin bilmem kaç senedir alamadığı kupayı aldım diye seviniyor gibi ya da basın, genel ağ vb. merciler sayesinde bizlere öyle gelir oldu bu olay. Ha ortada gerçekten komik bir durum var bence de. Büyük başarılara imza atmış bir kulübün bu kupayı senelerdir alamamış olması komik ama bizim ülkemizdeki  insanların komiklik üzerinden komiklik yapma çabaları daha komik gelmiştir bana hep. Bu olay da bunun asil örneklerindendir.

Stoch hakkında bir şey söylemek istiyorum bir de. Sen nasıl bir adamsın kardeşim? Maç sonu puanlamalarında ya "10" ya da "?" alacak futbol oynuyorsun. Abi senin ortan yok mu ya? Şöyle bir maç sonunda da “Stoch nasıldı?” diye sorduklarında “İdare ederdi.” diyelim. Diyemiyoruz abi. Yok. Biraz Baroni’den örnek al. İdare eder adam ol. Yoksa ayağını kaydırırlar. Böyledir bizim basın. Liselidir. Affetmez. 


Velhasıl gün be gün Özer düşmanlarının arttığı ülkemizde medyanın uğraşacak bir şey bulamayıp Aykut Kocaman’ın durgun sevinç gösterilerine taktığı şu futbola doyduğumuz mübarek günlerde Fenerbahçe yine Türkiye Kupası’nda yarı finale çıktı. Beyin olarak çökmüş olan bir takımın taraftardan aldığı güç bakalım işe yarayacak mı? Fenerbahçe eğer kupayı alırsa şimdiden esprilerini hazırlamış insanlar hemen piyasaya çıkacak mı? Başkalarının başarısızlıkları ile mutlu olmayı bir felsefe hâline getirmiş gruplar tekrar mutlu olacak mı? İzleyelim, görelim.

30 Mart 2012 Cuma

Komplekssiz Ruhu Çağırmak (Galatasaray - Orduspor)


Ligin çivisinin ayrı eve çıkma evresini tamamlandığı şu günlerde gönül isterdi ki bir "fotomaç,fanatik" başlığı atayım ama elden gelen bu. 33. haftanın bana göre Trabzonspor-Fenerbahçe maçından daha önemli olan maçı. Çünkü bu maçın skoru diğer maçın herhangi bir sonucuyla ters orantılı durumda.

İki takım arasındaki gerginlik hafta içi zirve yapmışken takımın motivasyonunun daha da artmış olduğunu tahmin ediyorum ya da en azından öyle olmasını diliyorum. Sezonun ilk yarısında Ordu'da oynadığımız vasat altı futbolu, şansın elçiliğinde kazandığımız o saçma 3 puanı düşünmek bile istemiyorum. Orduspor'un kendi sahasında "önde basan" taktik anlayışını sürdüreceğini de tahmin ediyorum. Bu da bizim takımın en büyük zaaflarından biri zaten. Önde baskı kurulduğunda iki pası bile zor yapmak. Ancak bu maç o maça benzemeyecektir. Zira puan farkı 7 iken ve normal sezonun bitmesine 2 hafta kalmışken; herhangi bir futbolcunun maça gayriciddi çıkacağını düşünmüyorum. Yolun çoğu bitmişken hele ki..

Maçın kilit oyuncularına gelecek olursak burada 3 isim ön plana çıkıyor: Selçuk, Melo, Engin... Neredeyse tüm maçların kilit oyuncusu olan Elmander'in oynayamaması durumunda kilidi çözebilecek olan isimler bunlar. Necati ve Baros'un ilerde top tutamaması, Necati'nin gereksiz vuruşları zaten eksi yönlerimiz. Bu üç oyuncu da üstüne düşen görevi yapmazsa o zaman işimiz gerçekten zor. Özellikle Selçuk bu maçta takımın sıkıştığı anlarda kilidi açmaya çalışmalı. Tıpkı Beşiktaş ve Fenerbahçe maçlarında olduğu gibi. Son iki haftasına girdiğimiz ligde puan kaybı en abuk senaryoları karşımıza çıkartır. O yüzden komplekse girmeden rahat ve akıllı oynayarak, Culio'nun gölgesindeki maçı muhakkak kazanmamız lazım sevgilim okur..


25 Mart 2012 Pazar

Galatasaray Trabzonspor Maçı



Elmander'in yokluğunda Galatasaray hücumda çok fazla zorlanacak. Arada Sivasspor maçı olmasa Necati-Baros ikilisiyle başlayabileceğimizi kesin olarak söyleyebilirdim ama bu maçın etkisiyle Fatih Terim sistemde değişiklik yapabilir.

Eğer değişiklik yaparsa, bunun en önemli sebebi Necati ve Baros'un Sivas maçındaki kötü oyunları olacaktır. Riera, Sabri ve Engin'in kötü oyunlarını hesaba katmıyorum, onların kötü oyunlarını düzeltmek için sistem değişikliğine gerek yok çünkü. Fatih Terim bu maçın etkisinde kalarak Baros'u kesip orta sahadaki üstünlüğü Sivasspor maçında olduğu gibi kaptırmamak için burayı kalabalık tutup ilerde tek başına Necati'yle maça başlayabilir. Öyle bir durumda Galatasaray'ın bir duran top ya da uzak bir şut olmazsa değil gol atmak, pozisyona girmekte bile zorlanacağını tahmin etmek zor değil, çünkü bu takım 4-1-4-1 sistemini oy na ya mı yor.



Galatasaraylıların gönlünden geçen ise -tamam lan benim gönlümden geçen- yine 4-4-2 ile başlayıp Sabri ve Riera'nın sahadan mümkün olduğunca uzak tutulması. Bana kalsa bu ikiliye Yekta Kurtuluş'un sakatlığının durumuna göre Engin Baytar ya da Emre Çolak bile eklenebilir, zira bu adamların yüzünden kanat bindirmesi yapamadan 4-4-2 oynuyoruz, bu yüzden de takım kimi zaman hatta çoğu zaman 4-1-3-2'ye dönüyor. Emre'nin ayakta kaldığı ikili mücadele yok, bu yüzden kaçak oynuyor topu ayağında fazla tutmuyor, dolayısıyla adam geçip sıfıra inme gibi bir durumu yok. Engin desen topla oynamaktan pas vermeyi unutuyor falan filan..



Trabzonspor tarafından bakarsak, Şenol Güneş'in her zamanki ofansif kadrosunu sahaya süreceğini tahmin etmek zor değil. 4-2-3-1 sistemiyle sahaya çıkacaktır. Yalnız Burak'ın arkasına koyacağı adam konusunda emin değilim. Alanzinho, Halil ya da Adrian olabilir.



Play-off saçmalığı olmasa formalite maçı olacak bir karşılaşmayı bu kadar yorumlamak da koyuyor insana ya. Ha unutmadan, birbirlerine yatıyorlar diyenleri de şuraya alalım:


18 Mart 2012 Pazar

Fenerbahçe'nin Aykut Kocaman'ı


Direkt konuya gireyim.

Aykut Kocaman'ın en büyük şansı, Daum'un oturttuğu bir takımın başına gelmesiydi. Çok kötü durumda almadı Fenerbahçe'yi, sadece şampiyonluğu son maçta kaybetmenin sebep olduğu bir travma hali mevcuttu takımda. Eskinin hücum sevdalısı Daum, Fenebahçe'ye ikinci gelişinde defansif bir futbol oynatmaya başlamıştı takıma. Fenerbahçe'nin golü 10. dakikada gelse, 80 dakika skor korumaya çalışıyordu, tepki de alıyordu ama bunu başarıyordu. Daum'un Fenerbahçe'si öne geçtiği maçları kazanıyordu yani. Benim hatırladığım sadece tek maç var öne geçip kaybettiği, o da içerde oynanan Bursaspor maçı. Bursaspor'un çılgın attığı sezondu, ki şampiyon da oldular zaten. Fenerbahçe derbilerdeki psikolojik üstünlüğünü de Daum'un ilk döneminde kazanmıştır. Zico bunu devam ettirdi, arada Aragones bu ikisinin kaymağını yedi, sonra tekrar Daum derken Daum da gitti, Aykut Kocaman geldi ve sendelenme başladı..

Aykut Kocaman takıma ilk geldiğinde, Daum'un 4-4-1-1 sistemini devam ettirdi, böylelikle de çok bir geçiş dönemi zorluğu yaşamadı Fenerbahçe. Üzerine takıma Yobo, Caner, Stoch, Özer, Dia, Niang gibi önemli takviyeler yapıldı. Aslında bundan sonrasını 3 ana döneme ayırmak gerekir diye düşünüyorum.

1. 2010-2011 sezonunun ilk yarısı: Bildiğimiz klasik bir Aykut Kocaman performansı izlediğimiz dönemdir. Avrupa'dan iki defa elenen ve ardından içerde iyi oynayıp kazanan, deplasmanda kayıp bir Fenerbahçe. Şükrü Saraçoğlu Stadı'nda oynanan 9 maçta 7 galibiyet, 2 beraberlik var; bu iki beraberliğin biri Beşiktaş'a, diğeri Galatasaray'a karşı alınmış. Buna karşılık deplasmanda oynanan 8 maçta  4 mağlubiyet, 1 beraberlik ve 3 galibiyet var. Bu 3 galibiyetin de biri Kasımpaşa'ya diğeri ibb'ye karşı alınmış. Bu dönemde İstanbul dışında kazandığı tek maç Konyaspor maçı yani. Yeni Malatyaspor falan var bak onları söylemiyorum bile. Süper Lig'de 17 maçta 33 puan toplamış.

2. 2010-2011 sezonunun ikinci yarısı: İşte Aykut'un teknik direktörlük hayatının en garip dönemi. Ya bakire kız kesip futbol tanrılarına armağan etti ya da Morpheus gelip enseden verdi futbol bilgisini, verdi taktik dehayı 17'de 16 yaptı Aykut Kocaman. İstatistik vermeye lüzum yok, yazdım zaten. 17 maçın 16'sını kazanıp 1 tanesinde berabere kaldı Fenerbahçe ve ikili averajla Trabzonspor'u geçip ligi birinci sırada bitirdi. 17 maçta toplanan puan sayısı 49. İlk yarıdan tam 16 puan fazla.

3. 2011-2012 sezonu: Klasik Aykut Kocaman'ın döndüğü dönemdir ama tek bir farkla, Daum'un sistemini uygulamamaktadır artık.Takıma katılan futbolcular Orhan şam, Serdar Kesimal, Özgür Çek, Reto Ziegler, Henry Bienvenu, Moussa Sow; takımdan ayrılmak isteyip gidenler Andre Dos Santos, Niang, Lugano ve Emenike'dir.Fenerbahçe iyi başlar ama yine rutinine döner. İçerde iyi, dışarda kötü. Aykut Kocaman'da garip bir sistemle oynamaktadır artık, takımın sol tarafı 4-2-3-1 oynarken sağ tarafı 4-4-2 oynamaktadır. Arada bir Alex'in tek forvet olduğu 4-3-3 denemektedir. Büyük maçları kazanamamaktadır artık.

Uzun lafın kısası, Aykut Kocaman'a ikinci döneminde sihirli dokunuş yapan şey neyse, artık yoktur. İyi bir Fenerbahçeli olabilir ama puan kaybettiği hemen her maçtan sonra hakemler hakkında konuşması, güç dengelerinden bahsetmesi vs. derken iyice antipati kaynağı olmuştur.Galatasaraylılar'ın Sabri Sarıoğlu ya da Beşiktaşlıların Necip Uysal ile ilgili düşündükleri şey Aykut Kocaman için de geçerlidir: bir takımın iyi bir taraftarı olmak, tek başına o takımda görev almaya yetecek bir özellik değil.

Son olarak da şunu söyleyeyim; Real Madrid içerde Malaga'yı handikaplı yener, AZ Alkmaar NAC Breda üst olur, Gaziantepspor Karabükspor'u yener, Liverpool Stoke City de alt olur.

17 Mart 2012 Cumartesi

Fenerbahçe Galatasaray Derbisi


Defansif ve kontrollü oynayan, iyi kontratak yapan ve sinirlerine hakim olan takımın kazanacağı; ya da en azından puan alacağı maç olacak büyük ihtimal. 1999'dan sonra Galatasaray hep kazanmaya gitti, hep kaybetti Kadıköy'de. Feldkamp'la Türkiye Kupası'nda ve Hagi'yle ligde iki defa defansif oynadı ve iki beraberlik aldı o kadar. Fenerbahçe ise bu zaman aralığında hep defansif ya da tamamen defansif demeyeyim de, akıllı oynayan takımdı ve hep kârlı çıktı.


Galatasaray tarafında Fatih Terim'in 4-4-2'ye geçmesinden ya da Sabri Sarıoğlu'nu kesmesinden anlaşılan ders vermeyi bırakıp ders almaya tekrar başladığı. Gerçi hala ara sıra 4-1-4-1 'e dönüp maçları zora sokuyor, tam tamamen vazgeçti derken Beşiktaş maçında yaptı mesela. Bakalım bu maçta takımına kontrollü bir hücum futbolu mu oynatacak, defansif mi oynatacak yoksa ikisinin ortasını mı bulacak göreceğiz. Tamamen defansif oynarsa maçı alma şansının oldukça azalacağını düşünüyorum çünkü Galatasaray bunu yapabilen bir takım değil, hücum oynarken pozisyon vermeyen bir takım. Ne zaman kapansa karşı takım bunaltıyor, pozisyonlar buluyor. Yine çift forvetle çıkarız (elmander-necati) herhalde. kadro tahminim:




Fenerbahçe tarafında ise Aykut Kocaman var. Teknik direktör olduğu günden beri önce defansı sonra ofansı düşünen bir adam Aykut. Sezon başından beri rakiplerine çok pozisyon veriyor, özellikle de iyi kontratağa çıkan takımlara. Deplasmanlarda bu takımlara genelde kaybettiler zaten. 2-0 biten Beşiktaş maçındaki gibi bir futbol oynatırsa Beşiktaş'tan farklı olarak Galatasaray'ın gol atacağını düşünüyorum, çünkü Galatasaray kontratağı Beşiktaş'a nazaran daha kaliteli adamlarla ve daha iyi yapıyor. Galatasaray'da Holosko yok; Necati, Elmander ve kulübede Baros var. Bu maçta 4-3-3'e yakın 4-3-1-2  gibi oynayacaklarını düşünüyorum. Kadro tahminim:



Neticede güzel maç olsun, iki taraf da güzel oynasın, güzel bir maç izleyelim. Maçtan sonra da hakemler değil futbol konuşulsun. Bi de mümkünse Ergün Penbe'nin kıçına çarpıp giren ya da geçen sezon Leo Franco'nun yumurtladığı gibi bir gol yemeyelim. Kim kazanır derseniz de, ben 2000 yılında Samuel Johnson'ın frikiğinde Emre Belözoğlu'nun ayağına çarpıp giren golden beri pek tahmin yapmıyorum Fenerbahçe maçlarından önce. O sene ısmarladığım yemeklerden bir ordu doyardı çünkü.

11 Mart 2012 Pazar

Ricardo Quaresma


 Beşiktaş taraftarının yeni günah keçisidir Quaresma. Sanki her şey düzenli takır takır işliyor da sadece bu adam aksıyor lan. El insaf. En çok aksayan tarafı sizsiniz zaten, Carvalhal gibi vasat altı bir adamı sizi iki övdü diye baştacı yaptınız, gollere çok seviniyor diye övdünüz. Dönün bir kendinize bakın ve narsisizm nasıl zararlı bir şeydir görün. Başkanınızdan tribündeki taraftarınıza kadar bir değerlendirme yapsak Quaresma en masumunuz çıkar. Sağ beki, sol beki, orta sahası, sol açığı, forvetiyle sağlam bir takımın parçası yaparsan verim alırsın Quaresma'dan. Adamın işi yok her maç 10 bin metre koşsun, asist yapsın gol atsın.. Onları yapsa zaten dünya şimdi Messi'yi değil Quaresma'yı konuşuyor olurdu.



 Quaresma işini yapan 10 futbolcu ve bir teknik adamın olduğu takımlar için lükstür, avantajdır, kremadır. Sağa gider, sola gider, forvete gider, orta sahaya gelir kafasına göre takılır. Arada janjanlı çalımlar atar, topuk pasları verir, trivela falan yapar, diğer 10 kişinin mücadelesine renk katar. O gol atmasa ya da asist yapmasa da yapacak birileri vardır yani. Porto'da oynadığı dönemde, ki parladığı dönemdir, takımda Ricardo Costa, Maniche, Bruno Alves, Pepe, Lucho Gonzalez, Bosingwa, Diego, Raul Meireles, Helder Postiga, Luis Fabiano, Paulo Assunçao, Lisandro Lopez gibi adamlarla oynadı mesela. Hiç kimse Quaresma'dan takımı kurtarmasını, çok koşmasını, mücadele etmesini, kendisini takımına ölümüne adamasını beklemedi, çünkü gerek yoktu. Gollerini atıp asistlerini yapıyordu Quaresma. Futbolu keyfi için oynuyor bu adam.


Önce Barcelona aldı kendisini, Deco'yu alabilmek için takasta kullandı. Porto dönemi yukarıda yazdığım gibi zaten. Sonra Mourinho bunların çok azını bekledi, olmadı. Chelsea'ye kiralandı yine olmadı, şimdi de Beşiktaş kendisinden aynı şeyi bekliyor ama yine olmayacak. Adamın öyle bir olayı, ya da endişesi yok. biliyor çünkü ölüsü gidip Braga, Benfica, Sporting Lisbon ya da Porto'da kendisine yer bulur. Takımın diğer oyuncularına teknik taktik anlatıp, Quaresma'ya da çık kafana göre takıl diyeceksin, ancak o şekilde verim alırsın çünkü. 90 dakika boyunca uyması gereken bir görev verirsen en fazla 20. dakikada patlar.



 Beşiktaş Quaresma'yı göndermesin, sağlam bir takım kurup başına da Tayfur Havutçu ya da Carvalhal'i değil de "gerçek" bir teknik direktörü koysun, Quaresma yine kral olsun. Yeter ki takımın bütün hücum varyasyonları onun üzerine kurulmasın. Böyle adamlar kolay gelmiyor Türkiye'ye, gelmişken doya doya izleyelim.



10 Mart 2012 Cumartesi

Hafta sonuna birkaç maç

182- İstanbul Bld. - Kayseri : 1 - 2.00

Evinde çok gol atan Belediye ile deplasmanlarda az gol yiyen Kayseri'nin mücadelesi. İki takımda rahat fakat geçen hafta 5 gollü mağlubiyet alan Belediye bu hafta taraftarının yüzünü güldürmek isteyecektir. Gerçi onların taraftarının yüzü hep gülüyor ama neyse. Maç skoru tahmini: 1-0

200- Peterborough - Blackpool : 2 - 2.00

Geçen hafta Derby deplasmanın kaybeden Blackpool'un bu hafta kaybetmeye tahamülü yok. Düşme hattından uzakta olan siki taşşağı salmış Peterborough önünde Blackpool'un farklı bir galibiyet alacağını düşünüyorum. Premier Lig'i özlemişlerdir herhâlde. Maç skoru tahminim: 1-3

201- Reading - Leicester : 1 - 1.85

Son 7 maçını kazanan Reading evinde orta sıra ekiplerinde Leicester'e kaybedeceğini düşünmüyorum. Reading zaten evinde iyi olan ve böyle serileri seven bir takım. McDermott'ın öğrencileri kazanır. (McDermott'ı Maçkolik'ten baktım. Reading'in menajerini bilecek kadar psikopatlaşmadık daha.) Maç skoru tahminim: 3-0

257- Brescia - Padova : 1 - 2.00

Kuponumuzun kritik maçı bu olacak. Brescia Serie A'ya çıkmayı kafasına koymuş ve Serie B'nin tozunu yutmuş bir takım. Padova ise 3 yıla kadar adını duymadığımız bir takım ve olumsuz hava şartları dolayısıyla Şubat ayında sadece 2 maç yapmışlar. Brescia affetmez. Evinde kazanır. Maç skoru tahminim: 2-0

Toplam Oran: 14,8

(Ben de oynucam. Sonra yatarsa bana laf söylemeyin. Sistem kuponlarınızı 270- Karşıyaka-Konyaspor ve 196- Burnley-Crystal Palace beraberlikleri ile süsleyebilirsiniz.)

Hafta sonu İddaa'sı

Kelin ilacı olsa kendi kafasına sürer seslerini duyar gibiyim. İşte yatması (artık) garanti olan maçlar.

Cumartesi

269 - Galatasaray - Gençlerbirliği 

Fenerbahçe'nin Ankaragücü'nü yenip puan farkı'nı 6'ya indirmesiyle birlikte derbi öncesi iyice önem kazanan bu maçı Galatasaray kazansın bi zahmet. Sarı kart sınırındaki futbolcular oynamazsa zorlanır biraz ama kazanır herhalde ya. İddaa sağolsun, 1.25'e güzel oran diyoruz. Baros faktörüyle birlikte üst de denenebilir. Üst oranı 1.40.

192 - Chelsea - Stoke City

Andre Villas-Boas'a yol verip takımın başına sezon sonuna kadar Roberto Di Matteo'yu getiren Chelsea bu maçı kazanacaktır. Di Matteo pek bilinmese de vasat üstü bir teknik direktör sayılabilir, ben güveniyorum arkadaş. Oran 1.25. Oha süper oran.

185 - Mönchengladbach - Freiburg

İçerde yenilgisiz möndlashdfdfg (bi kere yazarım lan onu) dışarda galibiyetsiz Freiburg'u yener çünkü oranı 1.35. Üst bile olur inanmazsın. onun da oranı var: 1.45

295 - Real Betis - Real Madrid

Barcelona ile puan farkını iyice açan Real Madrid, Betis engelini rahat geçer (çok biliyosun). Betis'te Alfonso'nun, Real Madrid'de Raul'un yoklukları dikkat çekiyor.

250 - Atromitos - Doxa Dramas

Ev sahibi kulüpte istifa eden yönetim kurulunun topluca geri dönmesiyle birlikte bütün takımın bu galibiyet için kenetlendiği biliniyor. Doxa Dramas'da ise takımın golcü oyuncusu Atıma Bine N'kim sakatlığı nedeniyle takımdaki yerini alamayacak. Banko beraberlik diyorum. Şaka lan şaka salladım hepsini. Doxa Dramas nedir ya.



Pazar

324 - Karabükspor - Antalyaspor

İçerde iyi oynayan iki takımın maçı. Karabükspor daha içerde oynayacağı için kazanabileceğini düşünüyorum, oranı da güzel. İddaa'nın boşluğuna geldi sanırım, ev sahibi ekibe 2.00 oran verilir mi ya manyak mısınız arkadaş. Batıracaksınız şirketi valla.


379 - Orduspor - Beşiktaş

Orduspor'un Avrupa Ligi yorgunu moralsiz Beşiktaş'tan puan alacağını düşünüyorum. En azından 1-0 çifte şans (1.42) oynanabilir. Quaresma'nın oynamaması gibi bir durum olursa tam tersi bir durum da yaşanabilir tabi. Yok lan 3 ihtimalli maçmış bu ya. Yazdıkça fikrim değişiyo olm.

401 - Schalke 04 - Hamburg

Hamburg deplasmanlarda iyi oynayan bir takım ama Schalke onlara puan kaptırmayacaktır. Çünkü öyle düşünüyorum ben, içimden bi ses Schalke 3 taner atar aga diyor yani. Hem İddaa biraz da hislerle oynana bir oyun değil mi? öyle yani. Schalke alır, oranı da 1.60.


İşte sonra Hollanda liginde çok gol oluyor işte. Psv ve Ajax'ın maçlarına 4-6 ya da 7+ deneyin. Twente'yle Alkmaar da kazanırlar.. Zayıf rakiplerle oynuyorlar. Porto'ya ya da Benfica'ya oynayın devamlı kazanıyolar bu ara. Glasgow Rangers'la Celtic de kazanıyo onlara da oynayın.

9 Mart 2012 Cuma

Halamın bıyığı olsa...

Dünkü Atletico Madrid - Beşiktaş maçını, başından sonuna kadar izledim. Bütün gün, akşam 8'in gelmesini, Kartalın deplasmanda alacağı galibiyetin hayalini kurdum; inancım da tamdı, onları yenebilecek güçteydik.

Neden yenemedik?

Bir milyar tane alternatif olasılık, neden-sonuç sıralanabilir. İşte o yüzden birazdan buralar hep olsaydı, etseydi ile dolacak.

Beşiktaş'ta haftalardır süren düşüşü herkes görüyor. Takım, sezon başından beri fikstür mağduru. Avrupa maçından çıkıp 2 gün sonra ligde yine koşturuyor. Zor bir sezon. Son haftalara bakarsak, önce Galatasaray maçında sonuna kadar mücadele edip 90+'larda basit bir hata sonrası gelen gol ile yenildi, sonraki hafta Trabzon karşısında, kendi evinde 1-0 önde olduğu maçta 1-2 yenildi. Takım mental olarak da çok yorgun.

Dünkü Atletico Madrid maçında, ilk yarı sahada olmayan Beşiktaş, sahada olmamasının bedelini 13 dakikalık zaman içinde yediği üç golle ağır bir şekilde ödedi. Neden, Atletico Madrid çok iyi bir takım olduğu için mi? Alakası bile yok. Atletico Madrid iyi bir takım değil. Üstüne basa basa söylüyorum. Hele hele Beşiktaş'ın yenemeyeceği bir takım hiç değil.

Beşiktaş'ın sol kanadındaki devasa boşluğu fark eden takım Atletico Madrid değil, Boluspor olsa yine gelir sana o golleri atar. Egemen'in kadroda yer alması hiç kuşkusuz herkeste bir "ohh" etkisi yarattı. Olayın Egemen'de bitmediğini fark etmemizse kısa sürmedi.

İlk gol sürpriz değildi. Atletico Madrid sağlam geldi ve golünü attı. İkinci gol, yine sol kanatın Taksim Meydanı'na dönmesinin getirdiği, tamamen kendi hatamız ve morallerin iyice düşmesinin sebebiydi.

Ama üçüncü gol... Dünden beri üçüncü golü unutamıyorum. Adam, orta sahanın ilerisinden aldığı topu ceza sahasına kadar getirdi, bekledi, durdu, topu çekti, golünü attı. Ortalama bir anadolu kulübünde oynayacak oyuncu olan Necip'in Atletico Madrid'e hediyesi olan üçüncü gol. Turu kaçıracaksak, nedeni olan üçüncü gol. Topu aldığında kafasını kaldıramayan adamların UEFA Avrupa Ligi'nde yeterli olamayacağını tekrar ama tekrar gördük bu golle.

Veli Kavlak... Ben bu adamın Beşiktaş'ta ne aradığını çözemedim, sanırım çözemeyeceğim de. Koşuyor, kovalıyor, hırslı, bla bla. Arkadaşım adamın mesleği zaten koşmak. Sen bir postacıya, aa bana posta getirdi, çok iyi bir postacısınız diyor musun? Veli Kavlak'ta da koşmak dışında bir yarar görmüyorum ben, aksi gibi zararı daha büyük. Top ayağına geçtiği zaman, ya anında bir başkasına pas veriyor ya da karşı takıma kaptırıyor. En başta, bu adam sol bekte ne arıyor ulan? Carvalhal'in ısrarı, mevkiisi olmayan yerlere koyduğu oyuncular maçı Atletico Madrid'e verdi zaten.

Madem sol kanattan açıldı laf devam edelim.
Ricardo Quaresma... Hiç kuşkusuz dün gecenin en çok eleştirilen adamı. Koşmadı, varlık gösteremedi, zorla evlendirilmiş 14'lük köylü kızı gibi isteksiz çıktı sahaya. Maçı istemedi resmen adam. Ne geriye koştu, ne ileriye. Aldığı topların tamamına yakınını kaybetti. Alınan toplar, sol kanatta Quaresma ile buluşturulacak mantığında oynarsan ve topu buluşturduğun adam bu denli ağır kalırsa, oynamazsa ofansın bocalamasına kimse şaşırmasın. Nerede Macabi maçında takımı sırtlayıp galibiyet ve turu getiren Quaresma, nerede Atletico Madrid maçındaki Quaresma. İstek, hırs, galibiyet amacından eser yok. Gitsin diyen var, kalsın diyen var. Gönlüm ne kadar kalmasından yana olsa da, Beşiktaş taraftarının gönlüne basarak kazanamadığı bir oyuncuyu daha dünyada başka hiçbir takım kazanamaz arkadaş. Bu adamın kalmasını, oyunu sevmesini, galibiyet getirmesini istiyorum. Ancak, olmuyorsa, yapamayacaksa, yapacak bir şey yok.

Manuel Fernandez... Dün ilk yarıda bocalayanlar arasında orta sahanın kaptanı da vardı. Ancak, istikrarı ikinci yarıda onu kendisine getirdi. Aldı, götürdü, getirdi, defansta kaldı, topu açtı. Guti'nin gitmesiyle, orta sahanın tüm yükü kendisine kaldığı gibi defansın ilerisinde de Fernandez var. Bütün yükün ona kalması belki de bu kadar zorluyor onu, ancak elinden gelenin en iyisini yapıyor. Fernandez, Türkiye'de top oynayan en kaliteli yabancılar arasında ilk 3'tedir gözümde.

İkinci yarıdaki Beşiktaş'ın azmi ilk yarıya yansıyabilseydi. Sol kanat bu kadar açık vermeseydi. Quaresma, Quaresma olsaydı. Holosko son dakikalarda bulduğu fırsatı gole çevirebilseydi. Necip o hatalı pası verip üçüncü golün sebebi olmasaydı.

Falandı, filandı... Beşiktaş'ta oldukça kötü bir gidişat var. Avrupa'dan silinmemiz an meselesi. Lig desen sonuç ortada. Bir yerde hata var. Hatayı bulup düzeltmek teknik direktörün işi. Hatayı düzeltmek istemekse oyuncuların. Formanın hakkını veremeyen, elindeki fırsatı değerlendiremeyen oyuncu, kendisiyle yüzleşmeli. Taraftar olarak yeter ki o isteği oyuncunun yüzünde görelim, bu bize yeter. Yenilsek de, Atletico Madrid maçının ikinci yarısındaki Beşiktaş'ı görmek yeter. Sevinmek için sevseydik, yenmek için sevseydik Barcelona'yı tutardık.

Tek temennim İstanbul'da gol yemeden atacağımız iki gol ile turu geçebilmek. O zaman buralar hep siyah-beyaz olacak...

8 Mart 2012 Perşembe

Yine mi Manisaspor?

Uğur İnceman, Selçuk İnan, Caner Erkin, Sezer Öztürk, Hakan Balta, Filip Holosko, Ufuk Ceylan, Yiğit Gökoğlan… İsimler gayet tanıdık. Ortak noktaları Manisaspor çıkışlı ve üç büyüklerde forma giymiş olan veya hâlâ forma giyen futbolcular olmaları. Sizce hepsinin Manisaspor'dan çıkması tesadüf mü? Yoksa sürdürülen bir politikanın sonuçları mı?

Süper Lig’e çıktıklarının 2. senesinde yani 2006-2007 sezonunda Türkiye’ye “Lan acaba dört takımın dışında bir takım daha şampiyon olabilir mi bu ülkede?” sorusunu sordurtan takımdır Manisaspor. Gerçi o sezonun sonunda tüm ülke haklarında “Düşmeseler bari.” diye konuşuyordu ama ilk devrede o bilinci yerleştirdi mi insanların kafasına, yerleştirdi. Nitekim 3 sene sonra Bursaspor’un şampiyon olmasının ülke tarafından kolay hazmedilebilmesinin büyük etkenlerindendir.

Peki neden başarılı olamadı bugüne kadar Manisaspor? Futbolcu konusunda yakaladığı bu istikrar neden futbola yansıyamadı? Her takımın taraftarının hayranlıkla seyrettiği Josh Simpson neden takımdan kaçtı? 2012 yılında Manisaspor’da Ümit Özat denen insan neden takımın başına geçti? Bu soruların cevabı basit tabii ki. Süper Lig’e çıktıkları 2005 yılından beri yürütülen yanlış politika. Futbolcuyu takımı kazandırma konusundaki başarının futbolcuyu takımda tutmada sürdürülememesi. Levent Eriş, Ersun Yanal, Giray Bulak, Yılmaz Vural, Mesut Bakkal, Reha Kapsal, Hakan Kutlu, Hikmet Karaman, Kemal Özdeş, Ümit Özat ve son olarak Reha Erginer… Öyle çok şey yazıp kafanızı karıştırmaya niyetim yok. 7 seneye sığmış 11 isim her şeyi çok güzel anlatmıştır.

Takım şu anda 17. sırada ve önündeki maçlar Mersin İdmanYurdu, Beşiktaş (D), Sivasspor, Gençlerbirliği, Galatasaray(D) maçları. Eğer takım pazar günü Mersin İdman Yurdu maçını kazanamazsa küme düşmesi garanti gibi. Tabii “Küme düşme bir seneliğine kalkacak.” lafı sadece dedikodudan ibaret ise.

4 Mart 2012 Pazar

Beşiktaş:1 - Trabzonspor:2 / İyi oynayan kazandı

Trabzonspor, İstanbul'da yapılan mücadeleyi Beşiktaş'ın altından söküp aldı. peki neydi Beşiktaş'ın mağlubiyetinin ardındaki sebep?

Genel futbol muhabbetlerimin içinde her zaman vurguladığım bir şeydir, defansif futbol. Bir takımı şampiyon yapan şey galip gelebilme gücünden çok yenilmemektir. Egemen'in yokluğu adeta Beşiktaş'ın kalelerinde açılmış büyük bir delikti. Trabzonspor'un bu delikten içeriye sızmasına neredeyse gerek bile kalmadı. Orta saha ön çizgisinde oynayan iki hızlı hücum oyuncusu Olcan ve Volkan ile birlikte sürekli olarak kanat organizasyonları yaparak Beşiktaş defansının  ısrarcı "alan savunmasını" darmadağın etti.

                                       
-Kim ne derse desin, günün Beşiktaş tarafından aranan ismi Egemen'di.-

Uzun zaman sonra Şenol Güneş'in defans mantalitesinde değişikliğe giderek, birbiriyle uyum halinde olamayan ve savunma ortasında adam paylaşımında eksiklikler yaşayan Trabzonspor defansını adam adama markaja çevirerek daha verimli hale getirmiş. 

Trabzonspor'da değişen bir şeyler var. Organizasyon futboluyla birbirine daha yakın oynayan ve özellikle rakip takım savunmasının önünde bir baklava dilimi gibi yerleşmiş olan Burak, Olcan, Volkan ve Adrian'la birlikte az pas yapmayı, çok ve dinlendirilmiş pas yapmaktan daha etkili kullandığını gördük. 

Trabzonspor'da bugün göze çarpan isim ise Volkan Şen oldu. Volkan uzun zaman sonra Bursaspor'da kanatlardan iyi sprintlerle birlikte çıkan ve ceza sahasına yakın çapraz koşularıyla savunmayı dağıtarak kanat bindirmesi yapan futbolunu hatırlatarak, Celutska ve Serkan'a da boş alan oluşturdu.

                                         


            -Volkan Şen Bursaspor'da daha dirençli ve hırçın bir futbol ortaya koyuyordu-

                                        
               
-Trabzonspor'da daha yorgun bir performans ortaya koyuyor-

Volkan'ın bugün Trabzonspor'da iyi işler yaptığından bahsedebiliriz ve sonuç olarak Beşiktaş'ın olmayan defansını çok yorduğu kesin. Takıma ısındıkça daha iyi olacağına eminim.

Maçın özetini yapmak gerekirse; maçı isteyen, arzulayan ve hakeden taraf Trabzonspor'du. Aynı zamanda bir çok fırsattan da yararlanamayan Trabzonspor, rakibine göre çok çok üstün bir performans sergileyerek galibiyete ulaştı.

Beşiktaş'ın bir an önce defans kurgusunu değiştirmesi gerek. Birbirine daha yakın oynayan bir takım ile Atletico Madrid maçına hazırlanmalı. Defans ve orta saha blokları arasındaki sıkıntıyı acilen çözmesi lazım.

Trabzonspor'un geleceği açısından iyi, Beşiktaş'ın geleceği açısından endişe verici ve yüksek tempoda geçen bir maçtı. 

Bütün isteğimiz, arzumuz daha iyi ve daha kaliteli futbol izlemek. Takımları yorgun hale getiren, Play-Off sistemini Türk futboluna bir gölge gibi düşüren federasyona da ayrıca teşekkürlerimi iletmek istiyorum.  

3 Mart 2012 Cumartesi

Fenerbahçe 6 - 1 Gençlerbirliği

Ligin 5.si ve ilk 4'ün zorlayan Gençlerbirliği'nin Şükrü Saraçoğlu deplasmanından puan çıkartma amacıyla geldiği ancak Fenerbahçe tarafından sürklase edilmesiyle sonuçlanan Süper Lig maçı oynandı bu akşam.

Gençlerbirliği bu sezonun iyi top oynayan ekiplerinden biriydi ancak henüz maçın 1 dakikasında, muhtemelen kendisi daha iyisini atmadığı müddetçe Miroslav Stoch'un kornerden gelen topa gelişine vurarak sezonun en güzel golünü atması ile başladı maç. Bu golü kim yerse yesin dağılırdı kabul ediyorum ancak 6 tane yiyecek kadar dağılır mıydı bilemiyorum. 


İlk 25 dakika boyunca maç, Fenerbahçe'nin top yapması Gençlerbirliği'nin izlemesi şeklinde ilerledi. Sanıyorum Gençlerbirliği'li futbolcular halen Stoch'un golünün etkisi altında kalmıştı. Derken bu sezon ilk kez hayırlı bir iş yapan Mehmet Topuz topu ceza sahasının içine doğru gönderdi. Sow klasına yakışan bir vuruşla farkı 2'ye çıkartıp rakibin umutlarını iyice bitirmeye başladı. Hemen ardından Stoch, (ceza sahası dışında topla buluş-içeri doğru kır-sağ direk dibine şut çek-gole sevin) şeklindeki ritüelini bu sezon bilmemkaçıncı kez gerçekleştirdi.

İkinci yarının başlarında Gençlerbiriği kalecisi Ramazan, kahvedeki abilerin "ehehe şike la bu, galeciyi satın almışlar ehehe" demelerine ortam sağlayacak şekilde saçmalayarak verdiği pas sonrası Emre Belözoğlu'nun attığı gol ile 4-0 oldu maç. Gençlerbirliği'nde etkili olan hayattaki en hakiki Hurşit Meriç'in yaptırdığı penaltı ile fark 3'e indi. Fenerbahçe'de maçın tek kötü ismi ise sol bek Ziegler'di. 


Alex'in sağ ayağı ile çok düzgün vuruşu ve Dia'nın tavana asışı ile maç çığırından çıkıp 6-1 oluyor ve Fenerbahçeliler güzel bir akşamı bol gollü bir galibiyet ve 3 puan ile kapatıyor, 1 maç fazlası ile lider Galatasaray ile arasındaki puan farkını 6'ya indiriyordu. 

Miroslav Stoch


Kaliteli, hızlı, teknik ama iç saha futbolcusu Stoch. Dikkat edin kendisi hakkındaki övgüler sadece fenerbahçe'nin iç saha maçlarından sonra yazılıyor. Mesela geçen hafta dahil 10-15 gün boyunca kendisi hakkında tek bir satır yazılmamış ya da bahsedilmemiş. Neden? Çünkü arada deplasmanda oynanan Eskişehirspor maçı var. Yani deplasman var.




Bizim Lincoln'e benzetiyorum o yüzden. İç saha maçlarında tozunu atardı sahanın, top falan sektirirdi. Maçtan sonra yeni Hagi muamelesi yapardık adama. Hop sonraki hafta İstanbul'dan çıkınca bi bakardık Lincoln yok. Bi tarafı çekmiş İstanbul'da kalmış, kalmadıysa da sahada varla yok arası. Peki nerde şimdi Lincoln? Brezilya'da lig sonuncusu Avai'de oynuyor.




Demem o demek ki, böyle futbolcuların tek faydası bu maçlarda seyir zevki vermeleri. Fenerbahçe Gençlerbirliği'ni Stoch olmadan da yener içerde, onun lazım olduğu yer Eskişehir. Samsun'da bir atıp yatıyor, Karabük'te gidip Cernat'a asist yapıyor mesela.  oralarda yok.

2 Mart 2012 Cuma

Gheorghe Hagi vs Alex de Souza

Saha içindeki başarıları yıllardır yazılıp çiziliyor. Gol sayılarında Alex de Souza'nın bir üstünlüğü var, kazanılan kupalarda Gheorghe Hagi üstün vesaire. Gerçi gol sayıları için de ufak bir hatırlatma yapalım; Alex kendisinin de her zaman söylediği gibi forvettir, Hagi ofansif orta saha oyuncusudur.  Alex'e haksızlık yapmamak için ikisinin de Türkiye'ye geldikten sonra yaptıkları bu karşılaştırmanın konusu olacak tabi ki. Benim anlatmak istediğim sahanın içinde olanlar da değil zaten. Dışındakiler.



Misal Emre Belözoğlu Hagi'nin eseridir. Öyle ki, sahadaki çirkinliğe varan agresifliği bile Hagi'nin yadigarıdır Emre'ye. Maçlardan önce Emre'nin kramponlarını temizleyip vidalarını ayarlayan bir Hagi'den bahsediyorum. Alex geleli 7 seneyi geçti, herhangi bir genç futbolcuyu alıp çalıştırdığını gördünüz mü ya da duydunuz mu? Hadi genç futbolcudan da geçtim, en basitinden Mehmet Topuz örneğini vereyim. Bu adam her maç tonla isabetsiz şut çekiyor, herhangi idman sonrası "Mehmet bak topa böyle vuracaksın" ya da "hareketli topa da böyle vurulur" diye göstermişliği var mıdır acaba? Hiç sanmıyorum. Ya da Olcan Adın örneğini verelim. Daum kötü oynadığı zaman bile Alex'i sahada tutmasını eleştirenlere "nasıl çıkartayım, yedeği Olcan" demişti. Alex biraz Hagi gibi olsa Olcan şu an Fenerbahçe forması giyiyor olurdu. 



Ha bir de Hagi futbolu bir kere bile sözleşme krizi yaşamadan en büyük başarılarını kazandığı ve kazandırdığı Galatasaray'da bırakmışken, Alex Fenerbahçe'nin sözleşme teklifi biraz gecikince kişisel web sitesine çat diye "bütün takımların sözleşme tekliflerine açığım" yazıp koymuştur. Bu da onların takımlarına bakış açılarını biraz özetliyor gibi.



Özetin özetine gelecek olursam; Türkiye'ye gelen her yabancı futbolcu Alex'le, Alex Hagi'yle karşılaştırılmaktadır. Bunu son bir ipucu olarak bırakıyorum buraya.

1 Mart 2012 Perşembe

Galatasaray vs Adnan Polat

Biraz maziye gidelim, 2008 sonrası çöküşe bakalım. Aslında benden başka kimse yok, yazarken tuhaflaşıyo insan. Bakalım nedir yani. İki satır yazınca bi Tuna Kiremitçi'ye dönüşüm başlıyo insanda, engelleyemiyorsun da. neyse. Zaten bildiğiniz şeyleri yazayım ben.


İki sezon Fenerbahçe'nin de başarısız olması nedeniyle göze batmayan başarısızlık, takımın ligi 8. sırada ve Fenerbahçe'nin oldukça altında bitirmesiyle birlikte olanca çıplaklığıyla gün yüzüne çıktı. Bu süre zarfındaki başarısızlığın arkasındaki isimler de bellidir: Adnan Polat ve Adnan Sezgin. Şöyle açalım.

2007-2008 sezonunda ligi sadece 3 mağlubiyetle ve teknik direktörsüz bitirip şampiyon olan ve müthiş bir başarı yaşayan bir takım vardı. Adnan Polat'ın şansı, oturmuş ve yoluna devam eden bir kulübe başkan olarak seçilmesiydi. Yani o seçildiğinde Galatasaray ligde 27. maçını oynuyordu.. Sonraki kötü yönetimi, Feldkamp'ın gidişi vs. bile etkileyemedi bu efsane şampiyonluğu. Üstüne bir de takıma sinerji kazandırdı, motive etti gibi yorumlara sebep oldu.


Ve yeni sezon geldi. Galatasaray 2008-2009 sezonuna Michael Skibbe'nin önderliğinde başladı. Genç bir teknik direktörle Galatasaray'ın geleceğini planladıklarını anlattı her yerde Adnan polat, ama Avrupa'da özlenilen başarının bir kısmını tekrar hatırlatan adamı, Skibbe'yi o sezonun 21. haftasında kovdu. Gelecek planlaması adına müthiş bir hamle değil mi? Bülent Korkmaz getirildi alelacele ve ligi zar zor 5. olarak bitirirken 34 maçın sadece 18'ini kazanabildi takım. Adnanların şansına Fenerbahçe Luis Aragones'i getirmişti ve o da aynı şekilde başarısız olmuştu. Bu sebepten camianın tepkisi gerektiği kadar büyük olmadı. Ne de olsa Fenerbahçe'de başarısız olmuştu.



Neyse gelelim 2009-2010 sezonuna. Adnan Polat, yani Galatasaray lige Rijkaard'la başladı. Teknik kadro görünürde güçlü, o konuda Adnan Polat'a kimse itiraz edemedi ama takım güçsüz bu sefer. Yani başlangıçta, Rijkaard faciası kendini göstermeden önce de bu sefer takım kurma konusunda yetersiz Adnanlar. Yerli futbolcu kalitesi o kadar düşük ki, eskiden milli takıma en az 5-6 oyuncu gönderen galatasaray artık en fazla 3 tane futbolcu gönderebiliyor. Mustafa Sarp tam 46 tane maça çıkıyor Galatasaray formasıyla, o derece. Sonrasında da beklenen oluyor, Galatasaray ligi Bursaspor'un 11 puan gerisinde yine zar zor 3. olarak bitiriyor ama o da ne? Fenerbahçe son maçta şampiyonluğu kaybediyor ve yine tepki gelmiyor. Ne de olsa fenerbahçe şampiyon olamadı değil mi?

Esasında burda Rijkaard'a da ayrı bir parantez açmak lazım. Bir teknik direktör ancak bu kadar beklenti yaratıp bu kadar kötü çıkabilir. Adam bildiğin sıfırdı arkadaş ya. Meğer Ronaldinho futbol dünyasına çakmış bu adamı teknik direktör diye. Kendisinin yönetimindeki Galatasaray, Süper Lig'de herhangi bir deplasmanda 4 gol atamamış mesela. Öyle ki, Adanan Polat'ın tek olumlu icraati kendisini kovmaktır.

Neyse, artık dananın kuyruğunun koptuğu yer de burasıydı zaten. Adnanlar geldiğinden beri freni boşalmış kamyon gibi yokuş aşağı giden Galatasaray en sonunda yokuşun dibindeki duvara çarptı. Adnan Polat alışıldığı üzere arkasındayım dediği Rijkaard'ı kovdu ve yerine yine iyi bir teknik direktör değil, kimsenin itiraz etmeyeceği bir ismi getirdi: Hagi'yi.



Rijkaard'a açtığımız parantezden Hagi için de açmazsak olur mu? Hagi bizim kahramanımızdır. Hagi bütün bir ülkenin futbol algısını değiştiren adamdır. Türkiye'de 90'lı yılların karmaşık futbolundan 2000'lerin organize futboluna geçişin adıdır Hagi. Asla iyi bir teknik direktör olamadı tamam, ama dünyanın en iyi futbolcularından biri oldu. Galatasaray formasını terletti, rüyalarımızda gördüğümüz kupaları kazandırdı. Türk takımları Avrupa'ya artık maç kazanmaya gidiyorsa bunun sebeplerinden biri de Hagi'dir.

Hagi geldi, 18 maça çıktı, berbat bir takım performansı sonrası gitti; bu sefer Bülent Ünder'le zar zor bitirdi ligi Galatasaray. Eksi averajla ve 8. olarak. Adnan Polat ne demişti geçen sezonun başında? Şampiyonluk yolundaki tek rakibimiz Fenerbahçe'dir demişti değil mi? Fenerbahçe'nin başarısızlığına güvenen bir adamdı işte Galatasaray'ın başkanı. Geçen sezonun puan tablosundan daha iç acıtıcı olan durum budur işte. Adnan Polat ve Adnan Sezgin bu kulübü yönettiler. Yönetebildiler yani.



2011-2012 sezonu Galatasaray için tamam ya da devam sezonuydu. Yeni bir başkan, yeni bir teknik direktör, yeni oyuncular. Hatta yeni bir stadyum. Hepsi de doğru tercihler olunca sportif başarı geldi sonunda. Ünal Aysal Adnan Polat'ın yapamadığı başkanlığı yapmakla meşgul. Fatih Terim derseniz, en başta şüpheyle yaklaşılsa da Galatasaray'ın asıl ihtiyacı yedek kulübesini dolduracak bir teknik direktördü neticede. Güzel futbol ve iyi oynayan bir takım için eminim bütün Galatasaraylılar 1-2 yıl beklemeye razılardı, ama o da 1 yıl dolmadan kendini göstermeye başladı. Başkan'la Fatih Terim arasında sıkıntılar olduğu söyleniyor ama eminim ki Galatasaraylılık bu sıkıntıları aşmak için yeterli olacaktır.

Futbol A.Ş


Türkiye'de futbolun şirketleşmesi anlamında son yıllarda bir çok gelişme yaşandı. Futbol endüstrisi gelirlerini kat ve kat arttırırken spor klüplerinin milyar dolarları geçen bütçeleri ile birlikte ekonomik pastanın büyük dilimine oturmaları söz konusu olmaya başladı.

Sanayi toplumlarının bir çoğunda, reklam ve marka değeri yüksek faaliyetlerin değerlendirilmeye alınması fazla uzun sürmez. Halkın bir çoğunun kendi arzusu ile paralar verip bu marka değerlerini görmek istemesi reklamcıların bu sektör üzerinden para kazanması işten bile değildir. Futbol hem ülkemizde hem de dünyanın bir çok ülkesinde bir numaralı spor durumundadır. Her ne kadar mahalli kulaktan dolma sözlerde en çok kazandıran sporun tenis olduğu söylense de şimdilerde ortalama bir ailenin tüm fertlerinin hayatları boyunca kazanamayacağı rakamlarda para kazananlar kişiler, çoğu zaman bize saç baş yolduran futbolcular olmuştur. 

M.Berkay Aydın-Duygu Hatipoğlu-Çağdaş Ceyhan'ın, İletişim kuram ve araştırma dergisinde "endüstriyel futbol çağında taraftarlık" isimli makalelerinde şöyle bir kısım geçmekte: "Futbol, oyun olarak doğduğundan beri, hep geniş kitlelerin ilgisiyle karşılaşmıştır. Oyunun ‘modern’ biçiminin doğuşu 19. yüzyıl ortalarında İngiltere'de gerçekleşmiştir. Önceleri, yüzlerce kişinin birlikte oynayabildiği, kuralları olmayan, yaralanmalar ve sakatlıklarla sonuçlanan, tarihsel süreç içinde defalarca yasaklamalara maruz kalmış bir oyun olan futbol (bkz. Stemmler, 2000), çok kabaca söylenirse kapitalizmin doğuşu ile birlikte kurallara daha bir sıkı şekilde bağlanmaya başlamıştır.

Futbolun çok geniş ve güçlü bir ekonomik sektör haline gelmesi, doğal olarak üreticilerini ve tüketicilerini belirlemiştir. Futbol ekonomisinin üreticileri televizyonlar,  şirketler, medya, sponsorlar, oyuncular ise tüketicileri/ alıcıları da, zamanında tribünlere sürülen kitledir. Tartışmanın kendisi de buradan çıkmaktadır. Tribünlere sürülen kitle nedir, nasıl tanımlanacaktır? Başından beri tüketici olarak hedeflenen ‘seyirci’ ile futbola özne olarak yeniden dahil olma amacıyla var olduğu söylenebilecek ‘taraftar’ arasında bir farklılık olduğunu belirtmek gerekir. Aynı sebepten dolayı taraftarlık ile endüstriyel futbol arasında da gerilimli bir ilişki olduğundan bahsedilebilir."

Söz konusu tüketim toplumlarında insanların hayranlıklarını ve görsel tatminkarlıklarını bu nebze celbeden bir spor dalının ekonomi pastasında büyük pay sahibi olmaması zaten düşünülemez. Futbolun şirketleşmesi ile birlikte oyunun genel yordamı da uzuvlarını daha farklı şekilde yönlendirmeye başladı. 

Futbolu yöneten spor adamları ve teknik kadrolar, kazanmak için daha fazla emek sarf etmeleri gerektiği idrakine vardılar.

Günümüz futbol mantalitesinde ofansif futbolun( 90 öncesi oynanan topun peşinden koşmacılık) daha uygun bir şekle dönüşmesini sağladı. teknik anlamda 90'lı yıllardan sonra tam saha yayılmacı bir politika izlendi. Takımların işlevsellikleri bile bu anlamda değişerek taktiksel mantaliteler oluştu ve artık futbol eskisi kadar basit oynanan bir oyun değil. Zamanın iyileri olarak gösterilen futbolcuların yalnız o yıllara ait birer efsane olduklarını ve günümüzün mental anlamda daha güç ve kondisyon isteyen takım kurgularında belkide yer bulamayacaklarını bilmemiz gerekiyor. (Türk futbolunun efsane isimleri Lefter ve Metin Oktay aşağıda)


Sonuç olarak artık futbol yalnızca bir spor dalı değil, bir anlamda ekonominin de dalı. Maliyet hacimlerinin arttığı ve üretim bazında eksikliklerin yaşandığı toplumumuzda, artık bir uyuşturucu niteliği taşıyor. 

Artık futbol öylesine içimize işlemiş ki, neredeyse takımları için canlarını verecek(!) insanlar oluşturmuşuz. Görsel nitelik ve ahlak anlayışı açısından iyi futbolcular yetiştirmeye yönelmez isek, yakın zamanda sosyolojik anlamda izlenen futbolu, yalnız çıkarların savaştığı roma arenalarına geri gönderebiliriz. 

Sözün sonunu son dönemde dünyanın en iyi  futbolunun oynandığı ülkelerin başında gelen İspanya'nın eski kralı Franco'nun Bernabeu Stadyumunun yapılması için verdiği emirle bitiriyorum: "Bana yüz elli bin kişilik bir uyku tulumu yapın"

28 Şubat 2012 Salı

Galatasaray Beşiktaş Fotoromanı

Türk Telekom Arena'da oynanan Galatasaray-Beşiktaş maçının kendi objektifimden (objektif dediğim cep telefonu) fotoromanı. Buyrun efendim. (Tabii biraz Galatasaraylı birinin çektiğini unutmamalıyız :)


Türk Telekom Arena'ya ilk giriş


Maçtan yarım saat önce Güney Tribünü doğmaya başladı


Maç öncesi Kuzey Tribünü


Isınan futbolcular ve maç öncesi plaket verilecek George Popescu'nun Doğu Tribünü önündeki posteri.


Beşiktaşlı futbolcular ısınırken



Maç öncesi Kuzey Tribünündeki şov hazırlığı


Efsanevi Şov ve ilk 11'ler.


Takımlar seramoniye çıktılar.


Maç öncesi, vefat eden Beşiktaşlı yönetici için 1 dakikalık saygı duruşu.


Başlama düdüğü çalıyor.


Galatasaray ilk yarıda baskılı bir oyun sergiledi.


Elmander'in şık golü ve gol sevinci.


"Sana gelen yollara YILDIRIMLAR düşse de" pankartı


İlk yarı sonu 1-0.


Melo'nun golü sonrası tribünlerin atkı şovu


Elmander'in uzatmada attığı gol ve 3-2 gelen galibiyet. Futbolcular coşkularını tribünlerle paylaşıyor.


Maç sonu sevinçleri


Ve galip takım soyunma odasına gidiyor.