Ligin çivisinin ayrı eve çıkma evresini tamamlandığı şu günlerde gönül isterdi ki bir "fotomaç,fanatik" başlığı atayım ama elden gelen bu. 33. haftanın bana göre Trabzonspor-Fenerbahçe maçından daha önemli olan maçı. Çünkü bu maçın skoru diğer maçın herhangi bir sonucuyla ters orantılı durumda.
30 Mart 2012 Cuma
Komplekssiz Ruhu Çağırmak (Galatasaray - Orduspor)
Ligin çivisinin ayrı eve çıkma evresini tamamlandığı şu günlerde gönül isterdi ki bir "fotomaç,fanatik" başlığı atayım ama elden gelen bu. 33. haftanın bana göre Trabzonspor-Fenerbahçe maçından daha önemli olan maçı. Çünkü bu maçın skoru diğer maçın herhangi bir sonucuyla ters orantılı durumda.
25 Mart 2012 Pazar
Galatasaray Trabzonspor Maçı
18 Mart 2012 Pazar
Fenerbahçe'nin Aykut Kocaman'ı
Direkt konuya gireyim.
Aykut Kocaman'ın en büyük şansı, Daum'un oturttuğu bir takımın başına gelmesiydi. Çok kötü durumda almadı Fenerbahçe'yi, sadece şampiyonluğu son maçta kaybetmenin sebep olduğu bir travma hali mevcuttu takımda. Eskinin hücum sevdalısı Daum, Fenebahçe'ye ikinci gelişinde defansif bir futbol oynatmaya başlamıştı takıma. Fenerbahçe'nin golü 10. dakikada gelse, 80 dakika skor korumaya çalışıyordu, tepki de alıyordu ama bunu başarıyordu. Daum'un Fenerbahçe'si öne geçtiği maçları kazanıyordu yani. Benim hatırladığım sadece tek maç var öne geçip kaybettiği, o da içerde oynanan Bursaspor maçı. Bursaspor'un çılgın attığı sezondu, ki şampiyon da oldular zaten. Fenerbahçe derbilerdeki psikolojik üstünlüğünü de Daum'un ilk döneminde kazanmıştır. Zico bunu devam ettirdi, arada Aragones bu ikisinin kaymağını yedi, sonra tekrar Daum derken Daum da gitti, Aykut Kocaman geldi ve sendelenme başladı..
Aykut Kocaman takıma ilk geldiğinde, Daum'un 4-4-1-1 sistemini devam ettirdi, böylelikle de çok bir geçiş dönemi zorluğu yaşamadı Fenerbahçe. Üzerine takıma Yobo, Caner, Stoch, Özer, Dia, Niang gibi önemli takviyeler yapıldı. Aslında bundan sonrasını 3 ana döneme ayırmak gerekir diye düşünüyorum.
1. 2010-2011 sezonunun ilk yarısı: Bildiğimiz klasik bir Aykut Kocaman performansı izlediğimiz dönemdir. Avrupa'dan iki defa elenen ve ardından içerde iyi oynayıp kazanan, deplasmanda kayıp bir Fenerbahçe. Şükrü Saraçoğlu Stadı'nda oynanan 9 maçta 7 galibiyet, 2 beraberlik var; bu iki beraberliğin biri Beşiktaş'a, diğeri Galatasaray'a karşı alınmış. Buna karşılık deplasmanda oynanan 8 maçta 4 mağlubiyet, 1 beraberlik ve 3 galibiyet var. Bu 3 galibiyetin de biri Kasımpaşa'ya diğeri ibb'ye karşı alınmış. Bu dönemde İstanbul dışında kazandığı tek maç Konyaspor maçı yani. Yeni Malatyaspor falan var bak onları söylemiyorum bile. Süper Lig'de 17 maçta 33 puan toplamış.
2. 2010-2011 sezonunun ikinci yarısı: İşte Aykut'un teknik direktörlük hayatının en garip dönemi. Ya bakire kız kesip futbol tanrılarına armağan etti ya da Morpheus gelip enseden verdi futbol bilgisini, verdi taktik dehayı 17'de 16 yaptı Aykut Kocaman. İstatistik vermeye lüzum yok, yazdım zaten. 17 maçın 16'sını kazanıp 1 tanesinde berabere kaldı Fenerbahçe ve ikili averajla Trabzonspor'u geçip ligi birinci sırada bitirdi. 17 maçta toplanan puan sayısı 49. İlk yarıdan tam 16 puan fazla.
3. 2011-2012 sezonu: Klasik Aykut Kocaman'ın döndüğü dönemdir ama tek bir farkla, Daum'un sistemini uygulamamaktadır artık.Takıma katılan futbolcular Orhan şam, Serdar Kesimal, Özgür Çek, Reto Ziegler, Henry Bienvenu, Moussa Sow; takımdan ayrılmak isteyip gidenler Andre Dos Santos, Niang, Lugano ve Emenike'dir.Fenerbahçe iyi başlar ama yine rutinine döner. İçerde iyi, dışarda kötü. Aykut Kocaman'da garip bir sistemle oynamaktadır artık, takımın sol tarafı 4-2-3-1 oynarken sağ tarafı 4-4-2 oynamaktadır. Arada bir Alex'in tek forvet olduğu 4-3-3 denemektedir. Büyük maçları kazanamamaktadır artık.
Uzun lafın kısası, Aykut Kocaman'a ikinci döneminde sihirli dokunuş yapan şey neyse, artık yoktur. İyi bir Fenerbahçeli olabilir ama puan kaybettiği hemen her maçtan sonra hakemler hakkında konuşması, güç dengelerinden bahsetmesi vs. derken iyice antipati kaynağı olmuştur.Galatasaraylılar'ın Sabri Sarıoğlu ya da Beşiktaşlıların Necip Uysal ile ilgili düşündükleri şey Aykut Kocaman için de geçerlidir: bir takımın iyi bir taraftarı olmak, tek başına o takımda görev almaya yetecek bir özellik değil.
Son olarak da şunu söyleyeyim; Real Madrid içerde Malaga'yı handikaplı yener, AZ Alkmaar NAC Breda üst olur, Gaziantepspor Karabükspor'u yener, Liverpool Stoke City de alt olur.
17 Mart 2012 Cumartesi
Fenerbahçe Galatasaray Derbisi
Fenerbahçe tarafında ise Aykut Kocaman var. Teknik direktör olduğu günden beri önce defansı sonra ofansı düşünen bir adam Aykut. Sezon başından beri rakiplerine çok pozisyon veriyor, özellikle de iyi kontratağa çıkan takımlara. Deplasmanlarda bu takımlara genelde kaybettiler zaten. 2-0 biten Beşiktaş maçındaki gibi bir futbol oynatırsa Beşiktaş'tan farklı olarak Galatasaray'ın gol atacağını düşünüyorum, çünkü Galatasaray kontratağı Beşiktaş'a nazaran daha kaliteli adamlarla ve daha iyi yapıyor. Galatasaray'da Holosko yok; Necati, Elmander ve kulübede Baros var. Bu maçta 4-3-3'e yakın 4-3-1-2 gibi oynayacaklarını düşünüyorum. Kadro tahminim:
11 Mart 2012 Pazar
Ricardo Quaresma
10 Mart 2012 Cumartesi
Hafta sonuna birkaç maç
Hafta sonu İddaa'sı
9 Mart 2012 Cuma
Halamın bıyığı olsa...
8 Mart 2012 Perşembe
Yine mi Manisaspor?
Süper Lig’e çıktıklarının 2. senesinde yani 2006-2007 sezonunda Türkiye’ye “Lan acaba dört takımın dışında bir takım daha şampiyon olabilir mi bu ülkede?” sorusunu sordurtan takımdır Manisaspor. Gerçi o sezonun sonunda tüm ülke haklarında “Düşmeseler bari.” diye konuşuyordu ama ilk devrede o bilinci yerleştirdi mi insanların kafasına, yerleştirdi. Nitekim 3 sene sonra Bursaspor’un şampiyon olmasının ülke tarafından kolay hazmedilebilmesinin büyük etkenlerindendir.
Peki neden başarılı olamadı bugüne kadar Manisaspor? Futbolcu konusunda yakaladığı bu istikrar neden futbola yansıyamadı? Her takımın taraftarının hayranlıkla seyrettiği Josh Simpson neden takımdan kaçtı? 2012 yılında Manisaspor’da Ümit Özat denen insan neden takımın başına geçti? Bu soruların cevabı basit tabii ki. Süper Lig’e çıktıkları 2005 yılından beri yürütülen yanlış politika. Futbolcuyu takımı kazandırma konusundaki başarının futbolcuyu takımda tutmada sürdürülememesi. Levent Eriş, Ersun Yanal, Giray Bulak, Yılmaz Vural, Mesut Bakkal, Reha Kapsal, Hakan Kutlu, Hikmet Karaman, Kemal Özdeş, Ümit Özat ve son olarak Reha Erginer… Öyle çok şey yazıp kafanızı karıştırmaya niyetim yok. 7 seneye sığmış 11 isim her şeyi çok güzel anlatmıştır.
Takım şu anda 17. sırada ve önündeki maçlar Mersin İdmanYurdu, Beşiktaş (D), Sivasspor, Gençlerbirliği, Galatasaray(D) maçları. Eğer takım pazar günü Mersin İdman Yurdu maçını kazanamazsa küme düşmesi garanti gibi. Tabii “Küme düşme bir seneliğine kalkacak.” lafı sadece dedikodudan ibaret ise.
4 Mart 2012 Pazar
Beşiktaş:1 - Trabzonspor:2 / İyi oynayan kazandı
Genel futbol muhabbetlerimin içinde her zaman vurguladığım bir şeydir, defansif futbol. Bir takımı şampiyon yapan şey galip gelebilme gücünden çok yenilmemektir. Egemen'in yokluğu adeta Beşiktaş'ın kalelerinde açılmış büyük bir delikti. Trabzonspor'un bu delikten içeriye sızmasına neredeyse gerek bile kalmadı. Orta saha ön çizgisinde oynayan iki hızlı hücum oyuncusu Olcan ve Volkan ile birlikte sürekli olarak kanat organizasyonları yaparak Beşiktaş defansının ısrarcı "alan savunmasını" darmadağın etti.
Uzun zaman sonra Şenol Güneş'in defans mantalitesinde değişikliğe giderek, birbiriyle uyum halinde olamayan ve savunma ortasında adam paylaşımında eksiklikler yaşayan Trabzonspor defansını adam adama markaja çevirerek daha verimli hale getirmiş.
Trabzonspor'da değişen bir şeyler var. Organizasyon futboluyla birbirine daha yakın oynayan ve özellikle rakip takım savunmasının önünde bir baklava dilimi gibi yerleşmiş olan Burak, Olcan, Volkan ve Adrian'la birlikte az pas yapmayı, çok ve dinlendirilmiş pas yapmaktan daha etkili kullandığını gördük.
Trabzonspor'da bugün göze çarpan isim ise Volkan Şen oldu. Volkan uzun zaman sonra Bursaspor'da kanatlardan iyi sprintlerle birlikte çıkan ve ceza sahasına yakın çapraz koşularıyla savunmayı dağıtarak kanat bindirmesi yapan futbolunu hatırlatarak, Celutska ve Serkan'a da boş alan oluşturdu.
-Volkan Şen Bursaspor'da daha dirençli ve hırçın bir futbol ortaya koyuyordu-
-Trabzonspor'da daha yorgun bir performans ortaya koyuyor-
Volkan'ın bugün Trabzonspor'da iyi işler yaptığından bahsedebiliriz ve sonuç olarak Beşiktaş'ın olmayan defansını çok yorduğu kesin. Takıma ısındıkça daha iyi olacağına eminim.
Maçın özetini yapmak gerekirse; maçı isteyen, arzulayan ve hakeden taraf Trabzonspor'du. Aynı zamanda bir çok fırsattan da yararlanamayan Trabzonspor, rakibine göre çok çok üstün bir performans sergileyerek galibiyete ulaştı.
Trabzonspor'un geleceği açısından iyi, Beşiktaş'ın geleceği açısından endişe verici ve yüksek tempoda geçen bir maçtı.
Bütün isteğimiz, arzumuz daha iyi ve daha kaliteli futbol izlemek. Takımları yorgun hale getiren, Play-Off sistemini Türk futboluna bir gölge gibi düşüren federasyona da ayrıca teşekkürlerimi iletmek istiyorum.
3 Mart 2012 Cumartesi
Fenerbahçe 6 - 1 Gençlerbirliği
Miroslav Stoch
Kaliteli, hızlı, teknik ama iç saha futbolcusu Stoch. Dikkat edin kendisi hakkındaki övgüler sadece fenerbahçe'nin iç saha maçlarından sonra yazılıyor. Mesela geçen hafta dahil 10-15 gün boyunca kendisi hakkında tek bir satır yazılmamış ya da bahsedilmemiş. Neden? Çünkü arada deplasmanda oynanan Eskişehirspor maçı var. Yani deplasman var.
Bizim Lincoln'e benzetiyorum o yüzden. İç saha maçlarında tozunu atardı sahanın, top falan sektirirdi. Maçtan sonra yeni Hagi muamelesi yapardık adama. Hop sonraki hafta İstanbul'dan çıkınca bi bakardık Lincoln yok. Bi tarafı çekmiş İstanbul'da kalmış, kalmadıysa da sahada varla yok arası. Peki nerde şimdi Lincoln? Brezilya'da lig sonuncusu Avai'de oynuyor.
Demem o demek ki, böyle futbolcuların tek faydası bu maçlarda seyir zevki vermeleri. Fenerbahçe Gençlerbirliği'ni Stoch olmadan da yener içerde, onun lazım olduğu yer Eskişehir. Samsun'da bir atıp yatıyor, Karabük'te gidip Cernat'a asist yapıyor mesela. oralarda yok.
2 Mart 2012 Cuma
Gheorghe Hagi vs Alex de Souza
1 Mart 2012 Perşembe
Galatasaray vs Adnan Polat
İki sezon Fenerbahçe'nin de başarısız olması nedeniyle göze batmayan başarısızlık, takımın ligi 8. sırada ve Fenerbahçe'nin oldukça altında bitirmesiyle birlikte olanca çıplaklığıyla gün yüzüne çıktı. Bu süre zarfındaki başarısızlığın arkasındaki isimler de bellidir: Adnan Polat ve Adnan Sezgin. Şöyle açalım.
2007-2008 sezonunda ligi sadece 3 mağlubiyetle ve teknik direktörsüz bitirip şampiyon olan ve müthiş bir başarı yaşayan bir takım vardı. Adnan Polat'ın şansı, oturmuş ve yoluna devam eden bir kulübe başkan olarak seçilmesiydi. Yani o seçildiğinde Galatasaray ligde 27. maçını oynuyordu.. Sonraki kötü yönetimi, Feldkamp'ın gidişi vs. bile etkileyemedi bu efsane şampiyonluğu. Üstüne bir de takıma sinerji kazandırdı, motive etti gibi yorumlara sebep oldu.
Ve yeni sezon geldi. Galatasaray 2008-2009 sezonuna Michael Skibbe'nin önderliğinde başladı. Genç bir teknik direktörle Galatasaray'ın geleceğini planladıklarını anlattı her yerde Adnan polat, ama Avrupa'da özlenilen başarının bir kısmını tekrar hatırlatan adamı, Skibbe'yi o sezonun 21. haftasında kovdu. Gelecek planlaması adına müthiş bir hamle değil mi? Bülent Korkmaz getirildi alelacele ve ligi zar zor 5. olarak bitirirken 34 maçın sadece 18'ini kazanabildi takım. Adnanların şansına Fenerbahçe Luis Aragones'i getirmişti ve o da aynı şekilde başarısız olmuştu. Bu sebepten camianın tepkisi gerektiği kadar büyük olmadı. Ne de olsa Fenerbahçe'de başarısız olmuştu.
Neyse gelelim 2009-2010 sezonuna. Adnan Polat, yani Galatasaray lige Rijkaard'la başladı. Teknik kadro görünürde güçlü, o konuda Adnan Polat'a kimse itiraz edemedi ama takım güçsüz bu sefer. Yani başlangıçta, Rijkaard faciası kendini göstermeden önce de bu sefer takım kurma konusunda yetersiz Adnanlar. Yerli futbolcu kalitesi o kadar düşük ki, eskiden milli takıma en az 5-6 oyuncu gönderen galatasaray artık en fazla 3 tane futbolcu gönderebiliyor. Mustafa Sarp tam 46 tane maça çıkıyor Galatasaray formasıyla, o derece. Sonrasında da beklenen oluyor, Galatasaray ligi Bursaspor'un 11 puan gerisinde yine zar zor 3. olarak bitiriyor ama o da ne? Fenerbahçe son maçta şampiyonluğu kaybediyor ve yine tepki gelmiyor. Ne de olsa fenerbahçe şampiyon olamadı değil mi?
Esasında burda Rijkaard'a da ayrı bir parantez açmak lazım. Bir teknik direktör ancak bu kadar beklenti yaratıp bu kadar kötü çıkabilir. Adam bildiğin sıfırdı arkadaş ya. Meğer Ronaldinho futbol dünyasına çakmış bu adamı teknik direktör diye. Kendisinin yönetimindeki Galatasaray, Süper Lig'de herhangi bir deplasmanda 4 gol atamamış mesela. Öyle ki, Adanan Polat'ın tek olumlu icraati kendisini kovmaktır.
Neyse, artık dananın kuyruğunun koptuğu yer de burasıydı zaten. Adnanlar geldiğinden beri freni boşalmış kamyon gibi yokuş aşağı giden Galatasaray en sonunda yokuşun dibindeki duvara çarptı. Adnan Polat alışıldığı üzere arkasındayım dediği Rijkaard'ı kovdu ve yerine yine iyi bir teknik direktör değil, kimsenin itiraz etmeyeceği bir ismi getirdi: Hagi'yi.
Rijkaard'a açtığımız parantezden Hagi için de açmazsak olur mu? Hagi bizim kahramanımızdır. Hagi bütün bir ülkenin futbol algısını değiştiren adamdır. Türkiye'de 90'lı yılların karmaşık futbolundan 2000'lerin organize futboluna geçişin adıdır Hagi. Asla iyi bir teknik direktör olamadı tamam, ama dünyanın en iyi futbolcularından biri oldu. Galatasaray formasını terletti, rüyalarımızda gördüğümüz kupaları kazandırdı. Türk takımları Avrupa'ya artık maç kazanmaya gidiyorsa bunun sebeplerinden biri de Hagi'dir.
Hagi geldi, 18 maça çıktı, berbat bir takım performansı sonrası gitti; bu sefer Bülent Ünder'le zar zor bitirdi ligi Galatasaray. Eksi averajla ve 8. olarak. Adnan Polat ne demişti geçen sezonun başında? Şampiyonluk yolundaki tek rakibimiz Fenerbahçe'dir demişti değil mi? Fenerbahçe'nin başarısızlığına güvenen bir adamdı işte Galatasaray'ın başkanı. Geçen sezonun puan tablosundan daha iç acıtıcı olan durum budur işte. Adnan Polat ve Adnan Sezgin bu kulübü yönettiler. Yönetebildiler yani.
2011-2012 sezonu Galatasaray için tamam ya da devam sezonuydu. Yeni bir başkan, yeni bir teknik direktör, yeni oyuncular. Hatta yeni bir stadyum. Hepsi de doğru tercihler olunca sportif başarı geldi sonunda. Ünal Aysal Adnan Polat'ın yapamadığı başkanlığı yapmakla meşgul. Fatih Terim derseniz, en başta şüpheyle yaklaşılsa da Galatasaray'ın asıl ihtiyacı yedek kulübesini dolduracak bir teknik direktördü neticede. Güzel futbol ve iyi oynayan bir takım için eminim bütün Galatasaraylılar 1-2 yıl beklemeye razılardı, ama o da 1 yıl dolmadan kendini göstermeye başladı. Başkan'la Fatih Terim arasında sıkıntılar olduğu söyleniyor ama eminim ki Galatasaraylılık bu sıkıntıları aşmak için yeterli olacaktır.
Futbol A.Ş
Sanayi toplumlarının bir çoğunda, reklam ve marka değeri yüksek faaliyetlerin değerlendirilmeye alınması fazla uzun sürmez. Halkın bir çoğunun kendi arzusu ile paralar verip bu marka değerlerini görmek istemesi reklamcıların bu sektör üzerinden para kazanması işten bile değildir. Futbol hem ülkemizde hem de dünyanın bir çok ülkesinde bir numaralı spor durumundadır. Her ne kadar mahalli kulaktan dolma sözlerde en çok kazandıran sporun tenis olduğu söylense de şimdilerde ortalama bir ailenin tüm fertlerinin hayatları boyunca kazanamayacağı rakamlarda para kazananlar kişiler, çoğu zaman bize saç baş yolduran futbolcular olmuştur.
M.Berkay Aydın-Duygu Hatipoğlu-Çağdaş Ceyhan'ın, İletişim kuram ve araştırma dergisinde "endüstriyel futbol çağında taraftarlık" isimli makalelerinde şöyle bir kısım geçmekte: "Futbol, oyun olarak doğduğundan beri, hep geniş kitlelerin ilgisiyle karşılaşmıştır. Oyunun ‘modern’ biçiminin doğuşu 19. yüzyıl ortalarında İngiltere'de gerçekleşmiştir. Önceleri, yüzlerce kişinin birlikte oynayabildiği, kuralları olmayan, yaralanmalar ve sakatlıklarla sonuçlanan, tarihsel süreç içinde defalarca yasaklamalara maruz kalmış bir oyun olan futbol (bkz. Stemmler, 2000), çok kabaca söylenirse kapitalizmin doğuşu ile birlikte kurallara daha bir sıkı şekilde bağlanmaya başlamıştır.
Futbolun çok geniş ve güçlü bir ekonomik sektör haline gelmesi, doğal olarak üreticilerini ve tüketicilerini belirlemiştir. Futbol ekonomisinin üreticileri televizyonlar, şirketler, medya, sponsorlar, oyuncular ise tüketicileri/ alıcıları da, zamanında tribünlere sürülen kitledir. Tartışmanın kendisi de buradan çıkmaktadır. Tribünlere sürülen kitle nedir, nasıl tanımlanacaktır? Başından beri tüketici olarak hedeflenen ‘seyirci’ ile futbola özne olarak yeniden dahil olma amacıyla var olduğu söylenebilecek ‘taraftar’ arasında bir farklılık olduğunu belirtmek gerekir. Aynı sebepten dolayı taraftarlık ile endüstriyel futbol arasında da gerilimli bir ilişki olduğundan bahsedilebilir."
Söz konusu tüketim toplumlarında insanların hayranlıklarını ve görsel tatminkarlıklarını bu nebze celbeden bir spor dalının ekonomi pastasında büyük pay sahibi olmaması zaten düşünülemez. Futbolun şirketleşmesi ile birlikte oyunun genel yordamı da uzuvlarını daha farklı şekilde yönlendirmeye başladı.
Futbolu yöneten spor adamları ve teknik kadrolar, kazanmak için daha fazla emek sarf etmeleri gerektiği idrakine vardılar.
Günümüz futbol mantalitesinde ofansif futbolun( 90 öncesi oynanan topun peşinden koşmacılık) daha uygun bir şekle dönüşmesini sağladı. teknik anlamda 90'lı yıllardan sonra tam saha yayılmacı bir politika izlendi. Takımların işlevsellikleri bile bu anlamda değişerek taktiksel mantaliteler oluştu ve artık futbol eskisi kadar basit oynanan bir oyun değil. Zamanın iyileri olarak gösterilen futbolcuların yalnız o yıllara ait birer efsane olduklarını ve günümüzün mental anlamda daha güç ve kondisyon isteyen takım kurgularında belkide yer bulamayacaklarını bilmemiz gerekiyor. (Türk futbolunun efsane isimleri Lefter ve Metin Oktay aşağıda)
Artık futbol öylesine içimize işlemiş ki, neredeyse takımları için canlarını verecek(!) insanlar oluşturmuşuz. Görsel nitelik ve ahlak anlayışı açısından iyi futbolcular yetiştirmeye yönelmez isek, yakın zamanda sosyolojik anlamda izlenen futbolu, yalnız çıkarların savaştığı roma arenalarına geri gönderebiliriz.
Sözün sonunu son dönemde dünyanın en iyi futbolunun oynandığı ülkelerin başında gelen İspanya'nın eski kralı Franco'nun Bernabeu Stadyumunun yapılması için verdiği emirle bitiriyorum: "Bana yüz elli bin kişilik bir uyku tulumu yapın"